Türkiye Futbol Federasyonu'nun (TFF) Filenin Sultanları'na öykünerek "Bizim Çocuklar" olarak lanse etmeye çalıştığı A Milli Futbol Takımı, Hırvatistan ve Letonya galibiyetleri ile Euro2024 Avrupa Futbol Şampiyonası'na katılmayı garantiledi.
Milli Takımımız Almanya vizesini alarak ülke çapında mutluluk yarattı. Kuntz’un, ‘bilerek oynamıyorlar’ demeye getirdiği futbolcular, ne oldu da kısa sürede bu değişimi gösterdiler? Kuntz’la istediğimiz sonuçları niçin alamamıştık?
Futbol yazarı Ahmet Çakır , Fikirturu.com sitesinde yayınlanan analizinde İtalyan teknik direktör Vincenzo Montella'nın bu başarıdaki payını ve Milli takımın gelecek yıllardaki başarısını mercek altına aldı...
Yazıdan bölümler aktarıyoruz...

Milli Takımın sıkıntılı bir dönemde yapılan teknik direktör değişikliğinin ardından iki maçtaki parlak sonuçlarla Almanya vizesini alması ülke çapında bir mutluluk yarattı. Peki, daha kolay görünen maçlarda Alman hocamız Stefan Kuntz’la istediğimiz sonuçları niçin alamamıştık da İtalyan Vincenzo Montella iki maçta hedefi yakalama başarısını göstermişti?
Kuntz’un, ‘bilerek oynamıyorlar’ boyutuna varan suçlamalarına muhatap olan futbolcular, ne olmuştu da kısa sürede böylesine değişmişlerdi?
Ermenistan karşısında evimizde yenilgiden son dakikada kurtulma gibi bir fiyasko yaşayıp sonrasında gidip deplasmanda grubun en güçlü takımı Hırvatistan’ı yenmek, aslında Milli Takımın karakterine çok uygun bir durum. Benzer durumlar defalarca yaşandı. 3 gün önce Dünya Şampiyonu Fransa’yı 2-0 yenip ardından dünya sıralamasının hiçbir yerinde bulamayacağınız Andorra karşısında 89 dakika azap çekmek gibi işlerimiz çoktur.
Bunu övünülecek bir durum olarak görenler illa ki vardır. “Türklerin sağı-solu belli olmaz!” değerlendirmesini övgü sananlarımız da olabilir. Gerçek tam tersidir. İyi takımların mutlak standartları vardır. Yani sağları-solları bellidir. Almanya denildiğinde ‘şunu mutlaka yapar’ düşüncesi kafanızda canlanır. İtalya, İspanya, İngiltere, Fransa gibi takımların neler yapabilecekleri aşağı-yukarı bellidir. Bunlara dünyadan Brezilya ve Arjantin gibi takımlar da eklenebilir. Kupaları da onlar kazanır, başka büyük başarılar da onların işidir.
Performans dalgalanmaları ve standart
Hadi onlar 1. sınıf takımlar diyelim. Onların ardından gelen ‘başaltı’ diyebileceğimiz takımlar için de benzer şeyler söylenebilir. Hollanda, Belçika, Portekiz, Rusya, İsviçre, Avusturya gibi takımlar da bu kategoride görülebilir. Kuşkusuz zaman zaman performans dalgalanmaları olsa da bu takımların belli bir standardı var.
Başka türlü sınıflandırmalar da yapılabilir. Türkiye bunların hiçbirine girmez! Tam 48 yıl Dünya Kupalarına katılamayıp 2002’de 3’üncülük kürsüsüne çıkmak bize özgü bir olaydır. 1960’da başlayan Avrupa Şampiyonası’na tam 36 yıl, yani 9 şampiyona boyunca katılamamak da ’nasıl olur’ denecek işlerimiz arasındadır, 1996’da eleme grubuna 5’inci kategoriden girip finallere gidebilen tek takım olma unvanı da bize aittir. (Bu başarıyı kazanmış olanlar bile işin önemini anlayabilmiş değildir.)
Sorun derinde
Tam da 100’üncü yılda bu değerlendirmeyi yapmak çok yerinde olur. Bu asırlık zaman dilimi içinde Türkiye’nin futbolda ne yaptığını ve nereye doğru gittiğini anlamak çok zordur. Planlı, programlı bir çalışma ile hedefe doğru yürümek bize göre bir iş değildir. Bu nedenle futbolumuzun ilk günkü sorunlarının büyük bir bölümü bugün de gündemdedir. Aslında sorun daha derindir. Biz sorunlarını çözen değil, onlarla birlikte yaşamayı yeğleyen bir toplumuz. Bunun sonucu da pek parlak olmuyor.
Biraz genişçe bir havuzlama oldu, ama gerekliydi.
Kuntz’un gönderilip Montella’nın Milli Takımın başına getirilmesiyle iki haftada pek çok şeyin nasıl bu kadar çarpıcı biçimde değişebildiğini açıklayabilmek kolay değil. İşi bu olan arkadaşlarımız çeşitli ortamlarda o kadar çok konuşuyorlar ki çuvallar dolusu lafın içinde bazı doğrular da bulunuyor.
Örneğin, Kuntz’un bir Alman olarak oyunculara ‘robotik’ yaklaşımı son dönemde ciddi bir sıkıntı yaratmıştı. Bu kadarla da kalmayıp onların Ay-yıldız için oynama konusunda yeterli duyarlılığı göstermedikleri, çaba ve coşkuyu ortaya koymadıkları boyutundaki suçlamalar, onun görevi sürdürmesiyle ilgili olarak ‘bu iş bitti!’ dedirtecek durumlardı. Alman hocanın bazı önemli oyuncularımızla çatışma içinde olduğu yolundaki dedikodular, dönüşü olmayan bir yola girildiğini gösteriyordu.
Montella doğru işler yaptı
Bunların neler olduğunu medyada defalarca görmek, okumak ve izlemek durumundaydık. Söylenecek ekstra bir şey yok. Maçlarda oynayacak oyuncuların belirlenmesinden tutun da sistem, taktik, değişecek oyuncular gibi noktalarda Montella, hem doğru işler yaptı, hem şanslıydı, demesek bile talihsizlikler yaşamadı. Bizim de eksiklerimiz vardı, ama örneğin Hırvatistan’da başta İvan Perisiç olmak üzere Andrej Kramaric, Luka Ivanusec gibi eksikleri onlar için sorun yarattı.
Buna karşılık güçlü rakibimiz karşısında oyuncularımızın yükselen çabası kadar, ortaya koyduğumuz olgun futbol, epey zamandır özlemini duyduğumuz bir güzellikti.
Evinde hiç yenilmemiş bir rakibi devirmek görmezden gelinebilecek bir durum değil. Fakat aynı futbolu oynayıp o maçtan yenik çıkmanız da söz konusu olabilirdi. O zaman kendi takımında bile oynayamayan Samet’in nasıl o maça 11’de çıkabildiğinden başlayıp daha bir yığın eleştiriyle karşılaşabilirdiniz. Başka oyuncular için de bu tür eleştiriler her zaman yapılır. Montella doğru bildiğini yapmak için bu riski göze aldı.
Montella’nın kısa sürede yaptıklarıyla bize bu keyfi yaşatmasında bütün övgülerin ona dönük olmaması gerektiği yolunda görüşler belirtildi. Efendim, İsmail Kartal ve Okan Buruk, oyuncularını ona çok formda yollamıştı. Aslında bizim takımlarımızın ligin 10. haftası yaklaşırken iyi durumda olmaları gibi bir gerçeklik yok değildi. Ancak onlardan iyi bir Milli Takım oluşturmak kolay olmayabiliyordu. Montella bu noktada, saha dışında ve içindeki bütün boşlukları doldurdu. Bu kısa sürede hangi dokunuşların etkili olabileceğini gördü ve bunları yaptı.
Montella yüzümüzü güldürecek işler yapabilir
Milli Takımın gerek Hırvatistan gerekse Letonya karşısında oynadığı futbolun farklı yönleri vardı. Geçmişte olduğu gibi başarı için coşarak, taşarak değil, bir bütün olarak ve daha dengeli bir anlayışla nasıl hedefe varılabileceğini gösterdi İtalyan hoca. Kendi takımında oynamayan adam eleştirisinin hazır olduğu Samet ve öteki tercihlerinden tam verim aldı. İsmail pırıl pırıl parladı. Doğru oyuncu seçiminin ve oyunun ne kadar önemli olduğunu kanıtladı.
Elbette ki daha yapılacak çok iş var. Özellikle Almanya’da sadece kupaya katılmanın ötesinde işler çıkarmamız gerekiyor. Montella bunu yapabilecek bir adam olduğunu gösterdi. Kuşkusuz o da sorunlar ve sıkıntılar yaşayacaktır, çünkü biz sürekli bir kaos içinde olmayı pek umursamıyoruz. Bu da yabancı hocaların kolay anlayabildikleri bir durum değil. Montella bunu anlamış biri olarak Almanya’da da yüzümüzü güldürecek işler yapabilir. Bunun için çok sağlam bir başlangıç adımı atılmıştır.